Yedinci Nesil

Kapak-VAK17 Haziran 2014 tarihinde yayımlanan Varyemez Amca Kültü isimli kitabımın 20. Yüzyılın Üç Kuşağı isimli  bölümü, 1929 borsa çöküşünün, 1930’ların Büyük Buhranının ve 1970’lerin, 2000’lerin ekonomik krizlerinin ABD’de nüfus istatistikleri ile ilişkisini ve 2014-15 yıllarının neden önemli bir dönemeç olduğunu ortaya koyan bir çalışmadır.

Bu çalışmaya temel oluşturan model ve çalışmanın hedefi kitapta şu şekilde özetlenmektedir:

Günümüz dünyası ile tarihin geçmiş dönemleri arasındaki en önemli farklardan biri, günümüzde insan yaşamının önemli bir bölümünün eğitimle geçirilmesidir. Yaklaşık 20 yaşına kadar insanların çoğu okullarda öğretmenlerce, ya da işbaşında ustabaşlarınca eğitiliyor. Bu nedenle, aktif çalışma yaşı kabaca 20’li yaşlarda başlıyor ve yaklaşık 35 yıl sürdükten sonra 50-60 yaş döneminde sona eriyor.

Yaşadığımız çağdaki ortalama yaşam beklentisi dikkate alındığında, normal koşullarda bir insanın 0-5 yaş dönemi bebeklik-okul öncesi, 6-17 yaş dönemi temel eğitim, 18-24 yüksek eğitim ve çalışma hayatına geçiş, 25-60 aktif çalışma, 61+ emeklilik ve yaşlılık dönemi kabul ediliyor. Kabataslak yapılan bu ayrım, şüphesiz ki insandan insana, toplumdan topluma değişiyor. Bazı insanlar bu dönemleri, sınıfsal kökenleri ya da içinde yaşadıkları sosyal çevre nedeniyle, daha erken ya da daha geç yaşayabiliyorlar. Ancak yukarıda verdiğim model, ortalama ve üzeri gelişmişlik düzeyindeki toplumlar için genel bir çerçeve kabul edilebilir.

Bebeklik, okul öncesi ve temel eğitim dönemleri ile yaşlılık-emeklilik dönemi, ulaşmaya çalıştığımız sonuç bakımından ilgi alanımıza girmiyor. Bu nedenle biz dikkatimizi, aktif çalışma süresi kabul ettiğimiz 25-60 yaş dönemine çevirelim. Bu yaş dönemi, çevremize ve toplumsal hayata en önemli etkilerde bulunduğumuz bir dönemdir. Evlilik, çocuk yapma, üretme, tüketme, savaşma, sanatsal ve düşünsel etkinlikte bulunma gibi edimlerimiz ağırlıklı olarak bu yaş dönemindedir. Doğal olarak, finansal davranışlarımızın sayısı ve şiddeti bu yaş döneminde yoğunlaşır.

Acaba, finansal trendlerle nüfus trendleri arasında nasıl bir ilişki var? Bu soruyu, sosyonomik bir sonuca ulaşmak amacıyla sormuyorum. Amacım sadece borsa trendleri ile adına “kuşak” dediğimiz, tarihin belli dönemlerinde ortak davranış ve beğeni standartlarına göre yaşayan insan kitleleri arasında bir bağ kurabilmek.” (Varyemez Amca Kültü, Tuncer Şengöz, Cinius Yayınları, 1. Baskı, S. 55-56)

Benzer bir çalışmayı, Türkiye’ye son bir yüzyılda yükselen ekonomik, finansal, toplumsal dalgalara uyguladığımızda neyin gelmekte olduğuyla ilgili ipuçları bulabilir miyiz?

Türkiye’de nüfus, 1927 yılından 2013 yılına kadar yıllık ortalama %2,1 hızıyla artmış ve 13,648,000’den 76,667,000’e ulaşmıştır. 2000 yılından sonra nüfus artış hızı azalmış ve son üç senede %1,5’in altına gerilemiştir.

1927 ile 2013 arasında yıllık ortalamadan bariz biçimde sapan üç dönem var: 1940-45 dönemi (yıllık ortalama artış %1.09), 1950-60 dönemi (yıllık ortalama artış %3.2) ve 2007-2008 dönemi (yıllık ortalama artış %1)

1940-45 dönemi 2. Dünya Savaşı yıllarıdır ve bu dönemde dünyaya gelenler bir “kuşak” olarak tanımlanabilecek bütün özelliklere sahiptir. 1950-60 dönemi ise Türkiye tarihinin,  sadece iktisadi olarak değil, aynı zamanda toplumsal etkinlik bakımından da güçlü büyüme dönemidir. Dolayısıyla 1940-45 ve 1950-60 döneminde dünyaya gelenler iki farklı demografik kuşak olarak tanımlanabilir.

1940-45 doğumluların 34 yıllık döngüsü 1974-79 döneminde toplumsal çalkantılar ve ağır krizlerle sona ermiştir.

1950-60 doğumluların 34 yıllık döngüsü ise 1984-94 döneminde sona ermiştir. Bu dönem de krizlerle dolu bir dönemdir. Dönem, PKK saldırıları ile başlamış, terör faaliyetleri, faili meçhul cinayetler, siyasal sistemde merkezin dağılması, siyasal İslamcı siyasetin yükselişi, banker skandalı ve ilk ciddi finansal krizle devam etmiş, 1994 yılında TL’nin çöküşü ve reel olarak tarihinin en düşük seviyesine ulaşması ile sona ermiştir.

Daha sonraki dönem, belirli bir demografik kuşağın değil, kalabalıkların dönemidir.

Türkiye’de yıllık nüfus artış ortalamasından bariz biçimde sapan 2007 ve 2008 yıllarında dünyaya gelenler  bugünlerde henüz çocukluk aşamasındalar; yıllık nüfus artışının %1,5’in altına gerilediği daha sonraki yıllarda dünyaya gelenlerle beraber yeni bir demografik kuşak oluşturacak ve Türkiye’nin 2030’lardan sonraki kaderini belirlemek üzere önemli roller üstlenecekler.

Peki, acaba bu kuşak nasıl bir Türkiye’de yaşayacak? Daha önemlisi, tarihin çarkını hangi yönde ve ne şekilde döndürecek?

Bu soruya cevap ararken çalışmamın daha sonraki bölümü ile ilgili yeni bir varsayım ileri süreceğim. (Bu varsayımın hatalı olmadığı, çalışmanın ilerideki bölümlerinde görülecektir.)

Varsayım şu: Türkiye’de Cumhuriyet dönemi, her ne kadar üç askeri müdahale (1960, 1972, 1980), yaygın ve yoğun bir siyasal çatışma (1970’ler), pek çok ekonomik/finansal kriz (1940’lar, 1957, 1970’ler, 1994, 2000-03), bölgesel etnik terör ve çatışma (1980-90’lar) ile geçmiş olsa da, nesiller arasında derin yarılmalara sebep olacak büyük felaketlere sahne olmamıştır. Örneğin 1974 Kıbrıs müdahalesi hariç tutulursa bir savaş yaşanmamıştır. Açlık ve kıtlık boyutlarına ulaşan bir felaket, milyonlarca insanı etkileyen bir hastalık salgını, toplumun büyük kesimlerini etkileyen çevresel felaketler, tarafların silahlı güç kullanarak özel ya da özerk bölgelere sahip oldukları bir iç savaş da yaşanmamıştır. Dolayısıyla doğası gereği her biri diğerinden farklı özelliklere sahip olan kuşaklar gelip geçmiş olsa da, duygusal bir kopuşa neden olacak ölçüde kuşak yarılmaları son bir yüzyıllık tarih kesitinde hiç görülmemiştir.

Bu nedenledir ki, kendisini bazen yoğun çatışma biçiminde gösterse de, fikir ayrılıkları hiç bir zaman “ortak” değerler ve sembollerden kopuş boyutlarına ulaşmamıştır.

Bu varsayımdan hareketle, Türkiye’nin tarihine bir de sabit 34 yıllık döngülerle bakalım:

1. İlk devrimci kuşak (1807-1841)

MahmutIITarihçiler Türkiye’de modernleşme döneminin başlangıcı olarak 28. Osmanlı Padişahı III. Selim dönemine işaret ediyorlar. 18. yüzyılda İngiltere’de yükselen Sanayi Devrimi ve 1789 Büyük Fransız Devrimi’nin bütün dünyaya dalga dalga yayılan etkileri Osmanlı mülkünü de etkilemeye başladığında, Osmanlı sarayı bir savunma refleksiyle ordunun modernleşmesi yönünde adımlar atmak zorunda kalıyor. Ancak bu adımlar, Osmanlı’nın yerleşik düzeninde kökten değişiklikleri gerektirdiği için tepkiler artıyor. III. Selim dönemi büyük bir iç savaş ve “gavur padişahın” isyancılar tarafından katledilmesi ile sona eriyor. Türkiye’nin daha sonraki iki yüzyılını etkileyecek 34 yıllık döngüler de böylece başlıyor.

Selim’in katli ile tahta 30. Osmanlı Padişahı II. Mahmut geçiyor. Alemdar Mustafa Paşa’nın isyanı kanlı bir şekilde bastırmasının ardından tahta geçen Mahmut’un ilk işi, Rumeli ve Anadolu ayanı ile Sened-i İttifak yapmak ve hemen ardından da yeni bir ordu kurmak oluyor. Böylece düzen yeniden tesis ediliyor ve hemen ardından da Mahmut’un Türkiye tarihini değiştirecek devrimci adımları başlıyor.  Osmanlı’nın idari yapısı yeniden düzenleniyor. Divan-ı Hümayun kaldırılıyor, Meclis-i Vala ve Meclis-i Vükela kuruluyor, birçok yeni bakanlık tesis ediliyor. Sadrazam padişahın mutlak vekili olmaktan çıkıyor, yetkiler bakanlıklara devrediliyor. Laiklik yolunda ilk adımlar atılıyor, Şeyhülislamlık hükümet yönetiminden çıkartılıyor, din görevlisi düzeyine indiriliyor. II. Mahmut döneminde Osmanlı devlet yapısı, Avrupalı anlamda modern bir devlet yapısına dönüştürülüyor. 

Vergilerin daha adil toparlanabilmesi için nüfus sayımına ve toprakların kadastrosuna girişiliyor.

İlk Osmanlı gazeteleri çıkıyor, Avrupa giysisi ve fes giyilmeye başlanıyor.

Ancak daha önemlisi, özellikle eğitim alanında atılan adımlar: Osmanlı tebası için ilköğretim zorunlu hale getiriliyor, rüştiye okulları kuruluyor. Halkın doğru konuşup, doğru yazabilmesi için Mekteb-i Ulum-ı Edebiyye, devlet memurlarının yetiştirilmesi için Mekteb-i Maarif-i Adli okulları kuruluyor.

II. Mahmut’un 31 yıl süren saltanat döneminde Osmanlı, önceki dönemden kopuyor, daha çağdaş, daha Avrupalı bir devlete dönüşüyor. Aynı zamanda Osmanlı tebası da değişiyor. Türkiye çok küçük adımlarla da olsa, köylü bir toplumdan kentli, Avrupa’ya yakın duran, çağdaş bir topluma dönüşmeye başlıyor. Türkiye’de yeni bir kuşak doğuyor.

19. yüzyılın ilk çeyreğinde atılan bu adımlar Osmanlı’yı, II. Mahmut’un ölümünden bir kaç ay sonra ilan edilecek Tanzimat Fermanı’na götürüyor. 3 Kasım 1839’da okunan Tanzimat Fermanı Türkiye’nin ilk devrimci kuşağının en önemli değişim hamlesi oluyor: Fermanda can, mal ve namus güvenliği garanti altına alınıyor, mal-mülk ve miras hakkı tanınıyor, vergiler yeniden düzenleniyor, açık yargılama getiriliyor ve yargısız idam kaldırılıyor.

Modern Türkiye’nin ilk devrimci kuşağının 34 yıllık döngüsü de böylece zirveye ulaştıktan bir kaç sene sonra sona eriyor.

2- Tanzimat Kuşağı (1841-1875)

AbdulmecitBu dönemde Osmanlı tahtında iki sultan görüyoruz: 1861’e kadar Abdülmecit ve 1876’ya kadar Abdülaziz.

Bu iki sultan döneminde reformlar devam ediyor. Onların döneminde hukuk, maliye, askeriye ve eğitim alanında önemli adımlar atılıyor; en önemlisi de sanayileşme girişimleri başlıyor. Bu dönem içinde Osmanlı vatandaşlarına yönelik din farklılıklarına dayalı ayrımcılık kalkıyor, Danıştay kuruluyor, faiz, anonim şirket, kambiyo senedi kavramları Osmanlı hukukuna giriyor. İlk modern vergi düzenlemeleri yapılıyor, ilk kağıt para dolaşıma sokuluyor, ilk kez dış borç alınıyor. Öğretmen okulları ve lise ile üniversite arası bir eğitim kurumu olan Galatasaray Sultanisi açılıyor. Devlet memuru yetiştirmek üzere Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruluyor. İlk kez kız öğretmen yetiştirmeye başlanıyor. Rüştiye sayısı hızla artıyor. Askerlik zorunlu hale geliyor. Orduya ilk kez gayrimüslimler alınıyor. Bahriye Nezareti kuruluyor. Teknik eleman okulları açılıyor ve ilk işletmeler ve fabrikalar kuruluyor. Yol yapımına başlanıyor.

Tanzimat kuşağı, yepyeni bir edebiyat ve sanat anlayışının doğuşuna da tanıklık ediyor. Yaşam biçimi ve görenekler değişiyor, yeni toplumsal sınıflar oluşuyor.

Bu dönemde Osmanlı toplumsal yapısı – bir daha geri dönüşü mümkün olmayacak biçimde- değişiyor. Yepyeni fikirler, öncekilerden çok farklı bir yaşam tarzı, yeni sınıfsal ilişkiler, yeni bir dil, sanat anlayışı ve alışkanlıklar bu dönemde filizleniyor.

Tanzimat kuşağı, bu büyük atılım döneminin keyfini doyasıya çıkartırken, aşırı borçlanma, Galata borsasında ölçüsüz spekülasyonlar, bir türlü içselleştirilemeyen ancak büyük bir hayranlıkla özenilen Avrupai yaşam tarzı, derinleşen gelir uçurumları, Balkanlarda doğan milliyetçi akımlar ve en önemlisi de tamamlanan 34 yıllık döngü ile bu dönemin sonu geliyor.

1875 yılında Osmanlı hazinesi borçlarını çeviremez hale düşüyor ve iflas ediyor. Muharrem Kararnamesi bu döneme son noktayı koyuyor.

3- Savunmacı kuşak (1875-1909)

AbdulhamitIIHızla kaosa sürüklenen Osmanlı Devleti’nde 1876 yılında Abdülaziz tahttan indiriliyor ve şüpheli bir şekilde ölüyor. Yerine geçen ağabeyi V. Murat da sadece üç ay sonra tahttan indirilip Çırağan Sarayı’na hapsedilince, 1876 yılının Ağustos ayında 34. padişah II. Abdülhamit tahta geçiyor. Kaosun ortasında tahta oturan II. Abdülhamit ağabeyinden büyük bir enkazı devralıyor. Artık Osmanlı Devleti’nin egemenliği tehlikededir ve bu çöküntüden nasıl çıkılacağı belirsizdir.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 1877 yılında, yeni kuşağın zihninde büyük etkiler bırakacak olan Osmanlı-Rus Harbi patlak veriyor. Modern Türkiye tarihinin üçüncü kuşağı, önceki ikisinden çok farklı bir dünyanın içinde yaşamaya başlıyor. Mali çöküntü, devlet maliyesinin Düyun-ı Umumiye’ye devredilmesiyle geçici olarak atlatılıyor. Alacaklılar vergilere el koyarak kendilerini sağlama alırken ekonomi toparlanıyor. Ancak mali tutsaklığa düşen Osmanlı’da siyasi çatışma şiddetleniyor. Meşruti yönetim askıya alınıyor, mutlakiyetçiliğe geri dönülüyor. Hanedanın egemenliğini tehlikede gören Abdülhamit Avrupa’ya mesafeli yaklaşırken, bir taraftan müslüman tebasını İslamcılıkla mobilize etmeye çalışıyor, diğer taraftan muhaliflerine karşı baskıcı bir politika izliyor.

93 Harbi’nin trajedileri, sürekli korkular, endişe, yasaklar ve siyasi gerginlikle geçen bu dönem boyunca öncekilerden çok farklı bir nesil yetişiyor. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi, 1889 yılında bu yönetime karşı öfkeli İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu ile çatışmayı daha da şiddetlendiriyor.

1875 yılında başlayan 34 yıllık döngüsü 1909 yılında sona erene kadar yaşayan üçüncü kuşak, farklı yaşam pratikleri geliştiriyor.

4- İhtilalci Kuşak (1909-1943)

27972575000Üçüncü kuşağın döngüsü, 1909 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanına yola açan bir ihtilalle sona eriyor. Yeni kuşağın dağarcığında artık yepyeni siyasal kavramlar (ihtilal, parti, demokrasi, darbe), yepyeni bir yönetim anlayışı (seçim, vekil, meclis) vardır ve bu kuşağı sonu gelmez bir savaş dönemi beklemektedir.

Modern Türkiye tarihinin dördüncü kuşağı bir taraftan sayısız trajedi yaşayacak (Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, Ermeni sorunu, anayurdun işgali), diğer taraftan bütün bu trajedilere karşı müthiş bir direnç gösterecek (Çanakkale ve Medine Savunmaları, İstiklal Savaşı), diğer taraftan da bu trajediler içinde dünyayı yeniden kurmaya girişecektir.

Pek çok tarihçi Cumhuriyet öncesi ve sonrasını ayırma eğiliminde olsa da, 1909’da başlayıp 1940’ların ortalarında sona eren tarihsel döngü, belli kuşak özellikleri gösteren bir döngüdür. Bu döngünün figürleri ihtilalcidir, olayların akışına müdahalecidir, idealisttir. Liderleri, perspektifleri, siyasi projeleri döngünün başında, ortasında ve sonunda farklı olsa da kuşak özellikleri çok belirgindir.

Modern Türkiye tarihinin dördüncü kuşağının hareket alanı, döngünün sonlarında patlak veren II. Dünya Savaşı ile sınırlanmış, savaşın bitiminin ardından da zemin yitirmiştir.

5- Popülist pragmatizm kuşağı (1943-1977)

70sDördüncü kuşağın 34 yıllık döngüsü büyük trajediler ve büyük zaferlerle sona erdikten sonra yepyeni bir kuşağın döngüsü başladı. Bu kuşak, her ne kadar Türkiye topraklarına ulaşmamış olsa da, dünyada patlak veren büyük bir savaşın yokluk döneminin ardından hızlı bir doğurganlık, canlı bir sosyal ortam, hızla yaygınlaşan Amerikan tarzı yaşamla tarih sahnesine çıktı. Bu kuşak daha fazla tüketmek ve iyi yaşamak istiyordu, yaygınlaşan iletişim araçları sayesinde dünyaya açıktı, çok canlı bir popüler kültüre sahipti ve kültür ürünleri tüketmeye yatkınlığı vardı. Bir önceki kuşağın değerlerini miras almıştı (vatan sevgisi, hayata müdahil olma, kültürel gelişmeye açıklık, vs.) ancak bu değerleri daha farklı algılıyor ve yorumluyordu. Beşinci kuşağın seçkinciliğe karşı bir duruşu vardı ve “seçkinlik” tanımının sınırlarını daha farklı çiziyordu. Pop kültürü benimsiyordu, pop kültürün sanatsal ya da politik ifadelerine daha yatkındı.

Daha önceki dört kuşak ağırlıklı olarak kentli seçkinlerden oluşurken, beşinci kuşak kırsal alanın sosyal/ekonomik gelişmeye açılmasıyla daha yaygın bir zemine kavuştu. Bir anlamda Türkiye’de ilk kez kırsal kökenli bir kuşak tarihe ağırlık koymaya başlamıştı. Ancak beşinci kuşak kırsal kökeni ağır bassa da, kentli yaşam unsurlarına yabancı bir kuşak değildi. Bu kuşağın belirleyici iki özelliği vardı: Pragmatizm ve popülizm.

Siyasal zeminde incelendiğinde görülen şu: 34 yıllık döngünün ilk yıllarında seçkinci eğilimleri ağır basan CHP tek parti iktidarına karşı yükselen popülist sağcı dalga, döngünün son yıllarında popülist solcu bir dalgaya dönüştü. Bu kuşağın baskın olan kırsal kökenli kültürü, modern Türkiye tarihinin en büyük sıçrama dönemi olan 1950 ve 60’ların gelişme dinamiklerini kaçınılmaz olarak bir kısır döngüye soktu. Beşinci kuşağın 34 yıllık döngüsü, 1970’lerin sonunda ağır bir çatışma ortamının içinde ekonomik krizlerle sona erdi.

6-Muhafazakar, konformist kuşak (1977-2011)

ANAP-Ozal

Altıncı kuşağın döngüsü kaotik bir ortamın içinde başladı. Büyük bir kalkınma hamlesi ile at başı giden kesintisiz siyasal kaos ve dönemin sonunda patlak veren ağır ekonomik kriz tarih sahnesine yeni çıkan altıncı kuşakta büyük bir yorgunluk ve bıkkınlık yaratmıştı. Bir tarafta baş döndürücü sosyo-ekonomik değişim, diğer tarafta bu değişimin getirdiği sancılar ve çatışma, altıncı kuşakta toplumsal pratiklerin canlılığına karşı korku ve antipatiyi beraberinde getirdi. Bir önceki kuşaktan devralınan tüketme ve iyi yaşama arzusu, kendisini bir önceki kuşaktan farklı ekonomik/siyasal ifadelerle ortaya koydu. Geleneksel CHP-DP(AP) geleneğinden farklı ANAP’ın yükselişi, yeni kuşağın sahiplendiği siyasal ifade biçimiydi. Yeni kuşağın ekonomik ifade biçimi ise kendisini banka, kredi kartı, tüketim, alım-satım, borsa spekülasyonu biçiminde gösterdi.

Etnik, dini, mezhepsel alt-kimliklerin önce çekingen, daha sonra güçlü bir şekilde ifade edilmesi ise, altıncı nesli daha önceki tüm nesillerden ayıran en önemli özellikti.

Altıncı neslin ekonomik, finansal ve siyasal davranış biçimi daha önceki beş nesilden farklılığı ve tarihsel bir kopuşun sinyalini vermesi bakımından da önemli.

Altıncı nesli modern Türkiye tarihinin, önceki bütün nesillerinden ayıran bazı özellikler var ki, yedinci neslin yaşayacağı dünyayı doğru tahmin etmek bakımından bu özelliklerin bilhassa üzerinde durmak gerekiyor:

1-Altıncı nesil modern Türkiye tarihinin en fazla risk alan kuşağıdır.

Risk teknik bir terimdir ve kaybetme olasılığını da içerir. Altıncı neslin sırtladığı risk, sadece finansal riskten ibaret değil, aynı zamanda sahip olduğu bütün maddi , çevresel, siyasal, hukuksal ve toplumsal varlıkları da kapsamaktadır. Altıncı nesil geçmiş nesillerden kendisine miras kalan bütün varlıkları riske attı.

2- Altıncı nesil görünürdeki dindarlığına karşın, din anlayışına en uzak nesildir.

Din sadece bir tapınma pratiği değil, inanç, evren algısı, kültürel sistem, toplumsal ve bireysel ahlakı da içeren organize bir anlayıştır. Altıncı neslin önceki nesillerden çok daha yoğun dinsel referanslarının aksine, bir yaşam pratiği olarak din anlayışına yakın olduğuna dair bir bulgu yok.

3- Altıncı nesil görünürdeki milliyetçiliğinin/ulusalcılığının aksine millet anlayışına en uzak nesildir.

Modern ulus dil, kültür, tarih ve ortak yurt temel olmak üzere amaç ve gönül birliği içindeki insan topluluklarına verilen addır. Ulusu oluşturan unsurların korunmasına yönelik bir duyarlılık taşımayan ve ulusal duygularını sadece sembollere dayalı bir anlatım diliyle ifade eden insanların millet anlayışında birleştikleri düşünülemez.

4- Altıncı nesil sadece modern Türkiye tarihinin değil, bütün tarihin en tüketici ve açgözlü neslidir.

Kendi 34 yıllık döngüsü içinde doğal çevreye, kent alanlarına, daha sonraki nesillere miras bırakacağı tüm varlıklara zarar verme pahasına bir türlü vaz geçemediği açgözlülüğü ile altıncı nesil, tarihte ender görülen nesillerden biridir.

5- Altıncı nesil modern Türkiye tarihinin toplum ve aile bağları en gevşek neslidir.

Bu gevşeklik kendisini, özellikle son yıllarda iyice açığa çıkan yüksek boşanma oranları, eş/kız kardeş cinayetleri, evlat/akraba/komşu taciz ve tecavüzleri, bireysel ve kamu mallarının çalınması, yağması ve bunlara tepkisizlikle, hatta bunlara yönelik takdir, imrenme ve özenme ile göstermektedir.

6- Altıncı nesil modern Türkiye tarihinin akla ve bilime en uzak neslidir.

Bireysel ya da toplumsal pratiklerin tümünde en önemli referansın mucize, doğaüstü ve sahte bilime yöneltilmesi, altıncı neslin en önemli özelliklerinden biridir. Adım başı falcı kahveleri, gazete ve dergilerde astroloji ve burç haritaları, televizyonlarda saatlerce süren bilim dışı sohbetler ve her felaketten sonra çarenin duada aranması bu özelliklerin tipik dışa vurumlarıdır.

7- Altıncı nesil, görünürdeki çocuk düşkünlüğüne karşın, kendisinden sonraki nesillere karşı en duyarsız nesildir.

Çevre tahribatı, su kaynaklarının kurutulması, tarihsel ölçekli borçlanma, kamu kaynaklarının özel çıkara devredilmesi, kalan son kamu mallarının tahribatı, sahip olunan tüm tarihsel kazanımların günübirlik çıkarlar için feda edilmesi, altıncı neslin duyarsızlığının en görünür sonuçlarıdır.

8- Altıncı nesil modern Türkiye tarihinin öğrenmeye en meraksız neslidir.

En temel yaşam bilgileri de dahil olmak üzere, insanlığın binlerce yılda biriktirdiği tüm bilgiye karşı meraksızlığıyla altıncı nesil, hiç şüphesiz ki son iki yüzyılın en ayırt edici kuşağıdır.

Dikkat edilirse, 34 yıllık döngüler içinde her nesil, birbirinden farklı, hatta birbirine karşı pozisyonlar tutmuş gibi görünse de kendisinden önceki nesillerden bir şeyleri miras almış, kendisinden sonraki nesillere bir şeyleri miras bırakmıştır. Yedinci nesil, altıncı nesilden neyi devralacak? Kısacık bir tarih kesiti içinde mislilerce katlanmış borç, ölçüsüzce tahrip edilmiş doğal çevre, yağmalanmış kentler, elden çıkartılmış kamu stoğu, 200 yılda inşa edildikten sonra yozlaşmış kurumlar göz önüne alınırsa altıncı neslin yedinci nesle baş edilmesi çok güç sorunlardan başka hiçbir şey bırakmayacağı açık.

Ancak altıncı nesil kendi 34 yıllık döngüsünü tamamladı ve yedinci neslin 2040’ların ortalarına kadar sürecek döngüsü başladı. Bu döngü, 1990 ve 2000’li yıllarda doğan, geleceğin yetişkinlerinin döngüsüdür.

Yazının başında bir varsayım öne sürmüştüm: Türkiye’de Cumhuriyet dönemi büyük felaketlere sahne olmadığı için nesiller arası kopuş yaşanmamıştır. Oysa şimdi büyük felaketler çok yakın bir tehdit halindedir. Yağmur, kar, fırtına, maden ocağı kazası, kuraklık, küçük şiddette deprem gibi gelişme ve olaylarla baş etmekte zorlanan bir toplumun yakın zamanda karşılaşması çok muhtemel iklim değişimi, yaygın çevresel çöküş, büyük ölçekli deprem, hastalık salgını gibi doğal, hızlı bir borç likidasyonu, enflasyon/deflasyon gibi ekonomik, siyasal kriz, mezhep çatışması, terör saldırısı, savaş gibi sosyal tehditlerle nasıl baş edeceği belirsizdir. Bu gibi tehlikelere karşı elde hangi araçların kaldığı sorusu da meçhuldür. Bu gibi tehlikelerden bir ya da bir kaçı bile, nesiller boyunca unutulmayacak büyük bir felakete dönüşebilir.

Dünyada yaşanan gelişmeler ve yakın coğrafyamızda yaşanan kaos, yukarıdaki tehlikelerin her birinin çok açık ve yakın bir tehdit oluşturduğunu apaçık gösteriyor. Yakın gelecekte yaşanacak bir felaket, altıncı neslin yukarıda sıralanan özellikleri de dikkate alındığında nesiller arasında büyük bir kopuşa neden olabilir.

Yedinci nesil nasıl bir nesil olacak?

Dışsal bir olay, yedinci neslin özelliklerini belirleyecek bir neden değil, altıncı neslin özelliklerinin bir sonucu olacak. Bu sonuç, yedinci neslin özelliklerini sadece daha güçlü bir şekilde vurgulamasına vesile olacak bir unsur olarak kalacak. Çünkü yedinci nesil, altıncı neslin 34 yıllık döngüsünü tamamladığı 2011 yılından beri tarih sahnesine çıktı ve o tarihten beri de hangi özelliklere sahip olacağını göstermeye başladı bile.

Kısaca özetlemek gerekirse yedinci nesil,

1-çevresine, dünyaya, tarihsel mirasa, insanlık değerlerine saygılı ve duyarlı,

2- akla, bilime, mizaha, sanata, çağdaşlığa eğimli,

3- din, ulus, insanlık, dünya, evren gibi konulara çok ileri ve karmaşık (sofistike) bir yorum getiren,

4- dayanışmacı, toplumcu,

5- teknolojiye sahip ve sahip olduğu teknolojiyi daha da ilerletmeye meyilli,

6- üretken, aktif, özgüveni yüksek, inatçı ve kararlı bir kuşak olacak.

Bütün trendler, küçük, ancak kararlı gruplarla başlar. Bu gruplar, trendin sarsıldığı bütün evrelerde trende yepyeni boyutlar getirerek daha da sıkı tutunurlar. Sonra bu gruplar büyümeye, trend güçlenmeye başlar. Başlangıçta trende temkin ve şaşkınlıkla yaklaşanlar da trende katıldıkça trend güçlenir, büyür, hızlanır. Belli bir aşama geçildikten sonra trend, bu trende en uzak insanlarda bile güçlü bir çekim etkisi yaratır ve kendi doğal döngüsünü tamamlayana kadar yükselir.

Yükselen her trend bu aşamalardan geçer. Daha önceki altı neslin döngüleri içinde yükselen trendler incelenirse bu mekanizmanın işlediği görülecektir. Yedinci neslin yükselteceği trend de bu aşamalardan geçecek.

Bugünlerde bu trendin çok erken bir evresindeyiz. Yedinci nesil, modern Türkiye’nin en güçlü trendini yükseltecek nesil olacak.

10 Comments

  1. 7.neslin doğumundan sonra 6.nesil olan bizlere düşen gören bu nesil çocukları en iyi biçimde felaketlerden korumak ve onları yeniden sevgiyi hatırlatmak bizlerin en önemli görevi olacak. Yazınızdan sonra içimde bulunduğum karamsarlık havasını bir nebze olsun hafiflettiğiniz için çok teşekkürler.

    Beğen

    1. Ağzınıza, yüreğinize sağlık. Muhteşem bir yazı. Geleceğe dair umutlarım tazelendi.

      Beğen

  2. ”Yedinci nesil, modern Türkiye’nin en güçlü trendini yükseltecek nesil olacak”.

    İlginç, karamsarlığınız bitmiş o zaman borsa 120 bin diyor muyuz?:)

    Beğen

  3. Merhaba,yaklaşık 7 seneden beri sizi takip ederim.Zaman zaman farklı düşünsekte,temel düşünceler ayni.Ayrıca meslekdaş olmanın getirdiği analitik düşünce tarzı,sizi daha iyi anlamamı sağlıyor.Müzik seçimi konusundaki benzerlik ayrı bir durum.
    Bir konuda takıldım ve ilgili döküman bulamadım.Size danışmak istiyorum.Bir nedenden dolayı buradan soramam.
    Bir boş mail gönderebilirseniz,belki sorma fırsatım olur.
    başarılarınız daim olsun Sn.şengöz…

    Beğen

  4. tuncer bey yazınızı ilgiyle okudum..
    bununla birlikte 7. neslin nasıl bir nesil olacağına dair goruslerinizin oturdugu sağlam dayanaklar göremedim.
    örneğin akla bilime eğimli olacağına dair goruslerinizi destekleyen ne gibi verilere sahipsiniz.benzer şekilde diğer maddeler için de bir takım dayanaklar istemem haddini aşmak olmaz umarim.çalışmalarınız için teşekkürler…

    Beğen

  5. 7. Nesil Erdoğan’ın yarattığı nesil olacak. Gezi için Erdoğan’a teşekkür edecekler. Daha az bölünecekler, daha çok birleşecekler.

    Beğen

  6. İmam hatiplerde yetişen gençlik hakkında ne düşüyorsunuz? Son günlerde sayıları giderek artmakta ve imam hatipe bilinçli şekilde yönledirilmekteler.

    Beğen

  7. Paradoksal gibi görünse de Yedinci Neslin dünyayı, yazıda anlatılan doğruda değiştirmeye en arzulu ve en aktif çocuklarının onların arasından çıkacağını düşünüyorum.

    Beğen

  8. Çok etkileyici ve inanılmaz tespitler yapılmış yazıda, 7. nesil hakkında da görüşlerinize büyük oranda katılıyorum fakat objektifliğinizi yitirmiş olduğunuz kanaatindeyim. Mesela her nesli artıları ve eksileriyle değerlendirdikten sonra 7. neslin sadece olumlu özelliklerine değinmişsiniz. Peki 7. neslin noksan olduğu noktalara dair bir görüşünüz var mı? Yoksa beklemedin bilemez miyiz?

    Beğen

Yorum bırakın